İnsan Kaynaklarında Pozitif Etki ve Doğru Tanıtım

İNSAN KAYNAKLARINDA POZİTİF ETKİ VE DOĞRU TANITIM

Avrupa İnsan Yönetimi Derneği tarafından ilk kez 2019 yılında uluslararası İnsan Kaynakları Günü ilan edildi. İlan edilmesinin ardından sadece 4 yıl geçti. Oysaki insan kaynaklarının uzun bir tarihçesi var. Değişen ve gelişen dünyada insan kaynakları her geçen gün daha aktif bir rol almaya, daha gelişmeye ve daha da önem kazanmaya başladı. İnsan kaynakları işi dışarıdan göründüğü gibi kolay bir iş değil. Aksine, zor olduğunu düşündüğünüz birçok işten daha zordur. İnsanı ana kaynak olarak benimsediği için sayısız yetkinlik gerektirir. Bu yetkinliklerin kazanılması uzun bir zaman, değerli bir tecrübe ve muazzam bir sabır gerektirir. Ben ve arkadaşlarım bugüne kadar ağırlıklı olarak bilgi verici konular başta olmak üzere birçok farklı konuda yazılar kaleme aldık. İnsan kaynakları Avrupa’da mantıken oturmuşken, Türkiye’de henüz tam olarak yerleşmemiştir. Ülkemizde insan kaynaklarının mantık olarak bilinmediğini, eksik veya yanlış bilindiğini ve bu nedenle sevilmediğini düşünüyorum. Bu nedeni, tam da 20 Mayıs Uluslararası İnsan Kaynakları Günü’nde sorgulamak istedim. Elbette, bu konuda haklılık payı vardır, ancak tamamen böyle olduğunu söylemek doğru olmaz. Peki, Türkiye’de insan kaynakları neden sevilmiyor? Bu alanda çalışan meslektaşlarımın okumasını, kendilerini sorgulamalarını ve bu sorunun çözümü için dikkatlice okumasını öneririm.

İnsan kaynakları çalışanlarını sevmemek bir yana, maalesef artan bir nefret ve kin durumu söz konusu. Peki, neden? Birkaç örneğini birlikte sıralayalım istiyorum:

  • Öncelikle, işe alım yaparken adayları uygun olsun ya da olmasın elediği için sevilmiyorlar. Ayrıca işe alım tekniklerine hâkim olmayan insan kaynakları çalışanları sebebiyle de sevilmiyorlar.
  • “Biz size döneriz” diyerek asla geri dönmedikleri için sevilmiyorlar.
  • Maalesef, egosu yüksek insan kaynakları çalışanlarının fazla olmasından dolayı sevilmiyorlar.
  • İşten çıkışlarda, sorumluluğun insan kaynakları çalışanlarında olduğu ve sadece onlara yüklendiği “gibi” algılandığı için sevilmiyorlar. Hatta yöneticilerin çekindiği işten çıkarma görüşmelerini yapmalarından dolayı da sevilmiyorlar.
  • Çok fazla yetkinlik ve beceri gerektiren bir iş olduğu için ve bu becerilere sahip olmayan kişilerin bu işi yaptığı için sevilmiyorlar.
  • Çalışanların çıkarları ile yönetimin çıkarları arasında sıkışıp, yönetimden yana oldukları ve sadece iyi konuşabildikleri için İK koltuğuna oturtulan kişileri ve yönetime çok fazla yakın duran insan kaynakları çalışanlarını sebebiyle sevilmiyorlar. (Not: Bu dengeyi korumak herkesin harcı değildir.)
  • İK’nın önemi kavranmadığı için ve departmanın asıl amacına ulaşamadığı için, İK’nın “i”sinin anlaşılmadığı başta muhasebe departmanı olmak üzere devşirme departman ve kişilerden oluşan bir ekip tarafından yönetimin maşası haline geldiği için sevilmiyorlar.
  • Çalışanlarla içten ve samimi bir şekilde iletişim kuramadıkları, empati yapamadıkları ve tamamen şirket çıkarları doğrultusunda hareket ettikleri için sevilmiyorlar.
  • Şirket sırlarını korumak adına çalışanlara fazla mesafeli durdukları için sevilmiyorlar.
  • İnsan ilişkilerinin kolay bir iş olmadığı, “İnsanları seviyorum, ilişkilerim çok iyi” şeklindeki iddiaların yanıltıcı olduğu ve bu nedenle herkesin bu işi yapmaya kalktığı için sevilmiyorlar.

Her meslek grubunda olduğu gibi, bizim de insan kaynakları alanında ne yazık ki bazı olumsuz örnekler bulunmaktadır. Saydığımız durumlar sevilmeme durumuna neden olabilir, ancak unutulmamalıdır ki işini büyük bir özveriyle yapan ve sürekli gelişim için çaba sarf eden insan kaynakları çalışanları da mevcuttur. Bir insan kaynakları çalışanının ve her bireyin bilmesi gereken şudur: İK’cı, Çocuklar Duymasın dizisindeki Meltem karakteri gibi sürekli makyaj tazeleyen bir masa başı çalışanı değildir. Ayrıca çalışanları aşağıda gören, kendisini tepeden bakan bir egoya sahip olmamalıdır. İK’cı, işverenin “yalakası” değildir.

İletişim eksikliğinden kaynaklanan nedenler, disiplin süreçlerinde aktif rol alınmaması ve değerlendirme süreçlerinin zorlukları gibi sebeplerden dolayı İK’nın işi elbette zor olabilir. Ancak, “çalışan ile işveren arasında bir köprü değil, ama köprüdür” diyenlere karşın, bu dengeyi kurabilme yeteneğimiz önemlidir, değil mi? Memnuniyeti artırmak, kurum kültürünü geliştirmek, performansı desteklemek gibi önemli rollerimiz bulunmaktadır. Bilmenizi isterim ki İK şu anda anlaşılmayı bekleyen bir departmandır. 

İletişim yeteneğimizin çok iyi olması gerekir. Her bir çalışanla iyi düzeyde ilgilenmemiz gerekir. Kariyer gelişimlerinde destek olmamız ve danışmanlık yapmamız gerekir. Eğitim ve geliştirmede doğru bir şekilde yönlendirmemiz gerekir. Çalışan memnuniyetini önemsememiz gerekir. İş yeri kültürünün oluşturulmasında aktif bir rol oynarken çalışma ortamını ve koşullarını iyileştirmemiz gerekir. Doğru işe doğru aday sloganıyla işe alımı objektif bir biçimde yapmamız gerekir. Çalışan güvenini kazanmak için şeffaf ve adil olmamız gerekir.

Türkiye’de çalışan hakları ve iş hukuku konusunda yasal düzenlemeler bulunmaktadır. İnsan kaynakları bu hakları korumakla yükümlüdür. Rekabetçi iş gücü piyasası nedeniyle yetenek süreçlerini doğru bir şekilde benimsememiz gerekmektedir. Eğitim ve gelişim fırsatları sunarak çalışanlara imkanlar sağlayabiliriz. Bu, bir yatırım olabilir, ancak büyük faydalar sağlar. Kapsayıcı bir çalışma ortamı yaratmak, çeşitliliği teşvik etmek ve yeni ve farklı gelişim alanları bulmak için çaba sarf edebiliriz. Ayrıca, teknolojiyi etkin bir şekilde kullanarak verimliliği artırabilir ve karar verme süreçlerini destekleyebiliriz. Türkiye’de bazı şirketler veri analitiği alanında ilerleme kaydetmiştir. Son yıllarda Türkiye’de önemli gelişmeler yaşanmaktadır ve teknolojinin yardımıyla daha işlevsel hale geldiğimizi unutmamalıyız. İnsan kaynakları daha profesyonel bir yapıya büründüğümüz bir alandır ve yapay zekanın ortaya çıkmasıyla birlikte gelecekte daha etkin bir rol oynayacaktır. İlerisi için olumsuz algıları düzeltebilme potansiyeline sahibiz.

Sonuç olarak, çalışanlara olumlu bir tutum sergileyerek, departmanımızı doğru bir şekilde tanıtarak ve pozitif bir etki yaratarak “sevilmeme” duygusunu “sevilme” duygusuna dönüştürebiliriz. Evet, başlangıçta işimizin zor olduğunu ifade etmiştik. Ancak, gerçekten mesleğimizi seviyorsak ve bu tür bir durumla karşılaşıyorsak, bunu başarmaktan başka seçeneğimiz yoktur. Bu yazıda, durumun eksik, yanlış ve doğru olması gereken yönlerini anlatmaya çalıştım. Her ne olursa olsun, işimizin zor olduğunu biliyoruz. Her ne olursa olsun, sevilmemize etki eden sözde İK’cılara karşı işimizi doğru yapacağız, ancak bunu sevilmek için değil, mesleğimize sadık kalarak yapacağız. Ve her ne olursa olsun, siz bizi sevmeseniz bile, biz sizleri seviyor olacağız. Her şeye rağmen, birbirimizi koşulsuz olarak sevme dileğiyle…

Bu Yazıyı Paylaşın